Türkiye’de arkeoloji, hakkında en fazla spekülasyon üretilen bilim dallarından bir tanesidir. Ülkemizde arkeolojik varlıkların korunamamasının altında yatan neden de bu spekülasyonlardır. Sorunun giderilmesinde biz arkeologlara büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu sorunların en temeli diplomasını eline alıp memleketine dönen her arkeoloğun başına gelmesi muhtemel olayların başında define meraklısı akraba, eş dost ve arkadaş çevresinin meraklı soruları gelmektedir. ‘Bizim köyde bir yer var ne zaman bakmaya gideriz?’ Bu soru okunduğu gibi basit değil aslında… Altında çok fazla sorun yatıyor. Temelde büyük problemlerin olduğunu kanıtlar nitelikte. Bu sorunları zamanla diğer yazılarımda madde madde açıklayarak belirteceğim. Öncelikle;
‘Farkındalık’… farkındalık geniş, duygusal, sezgisel ve genellikle bireyin çevresinin hakkında sahip olduğu bilinç veya bilgi olarak tanımlandığı için değişken bir kavramdır. Kültürel mirası koruma ya da sahiplenme bilinci, bireyin ve toplumun sahip olduğu tarihi sürecin kendisine kazandırdığı bilgiyle gelişebilmektedir. Konunun tam da bu kısmında biz arkeologlara düşen sorumluluk oldukça elzemdir. Kahve köşeleri ve sokak aralarında defineci hikâyeleri dinleyerek büyüyen çocuklarımızın, ‘altın çıkarma’ hayalini nasıl sonlandırabiliriz?
Yirminci yüzyılın sonlarından itibaren kültürel değerleri korumada, sürdürebilir, bütünleşik ve akılcı koruma yaklaşımlarına dayalı miras yönetimi öngörülerek, geniş kapsamlı katılım, şeffaflık ve eşitlik ilkesiyle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Uluslararası sözleşmeler, ilkeler, rehberler ve araştırmalarda da kültür mirasını koruma programlarının belirlenmesi için adeta şaha kalkmıştır. Öncelikle asıl hedef yerel halk olmalıdır. Özellikle taşınmaz kültür mirası bulunan köy/belde gibi yerleşim merkezlerinde yaşayan yerel halk, taşınmaz kültür mirası niteliğindeki yaşam alanıyla kurduğu (aidiyet, kültürel kimlik, benlik-varoluş, kalıcılık, bellek, tarihsel ve toplumsal yerleşmişlik gibi) hayati bağlar nedeniyle bu alana ilişkin her türlü yaptırımdan doğrudan etkilenecek grup olarak diğer paydaşlara göre öncelikli konumdadır. Durum böyle iken öncelikle yerel halktan başlamak süreci ile geniş çaplı bir ‘kültürel miras farkındalık’ programı adı altında, genel ve köklü bir eğitim ile kültürel mirası koruma programı eğitimleri verilmeli. Ütopik gelecek ama bizzat sit alanlarında uygulamalı eğitim verilmeli halka… ‘Neden?’ diye soracak olursanız; eğitim sürecinde katılıma doğrudan artış olması ile birlikte kalıcılık da oluşturacaktır. Verimlilik açısından uygulamalı eğitim her zaman daha verimlidir.
Ülkemizde defineci haberleri ile uyanmadığımız gün yok!
İşte tamda bu yüzden ülkemizde milli seferberlik düzeyinde acil eylem planı uygulanmaya alınmalıdır. Yoksa gelecekte geçmişini bilemeyecek çocuklarımızdan şimdiden özür dilememiz gerekebilir. Ünlü İngiliz tarihçi George Macaulay Trevelyan’ın konumuzla alakalı söylediği sözler adeta ders niteliğindedir;
“İnsanlık tarihi çalışan bir bilim insanı, toplum eğitimini ihmal edip, tarihsel olgulara entelektüel bakış açısı ile yaklaşmada başarısız olursa elde edilen veriler kendi bireysel eğitimleri dışında bir işe yaramadığı gibi, bir o kadar da değersizleşir”.
Ben kültürel miras takipçisi bir arkeolog olarak üzerime düşen görevi kalemimin yettiğince, dilimin döndüğünce ifade etmeye devam edeceğim. Önceki nesillerden bize aktarılan mirasa hepimizin yararı için sahip çıkmalıyız. Çıkmak istemeyenlerin karşısında ilk biz durmalıyız. İçinde bulunduğumuz küreselleşme sürecinde bu miras, kültürel çeşitliliğimizi hatırlamamıza yardımcı olan ve farklı kültürler arasındaki saygı ve diyaloğu geliştiren önemli bir unsurdur.
Bir sonraki yazımda buluşmak üzere, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.
Bu genç yaşınızda gençlere ışık olacak yazılar yazıyorsunuz. Ellerinize, emeklerinize sağlık.